Mara ve çamur aşkıyla bir farkındalık yolculuğu...

Çamurla bebekliğimde tanıştım, Yeşilköy’de evimizin bahçesinde yoğurmuşum ilk çamurumu…

Rahmetli annem anlatırdı yoğurup yoğurup şekiller yaparmışım pek bir zevkle…

Çocukluğum hep toprakta, denizde, hayvanlarla iç içe geçti… Doğanın içinde; bahçede sokakta çeşitli oyunlar oynayarak.

Faytonla giderdik bir yerden bir yere, araba çok az kullanılırdı; yürürdük okullarımıza en karlı günde bile. Tek eldiven bende, ikincisi arkadaşımda; çıplak ellerimiz kavuşmuş birbirini ısıtma arzusuyla… Eller, dokunmak her zaman önemliydi benim için.

Ardından yurt dışında karşıma çıktı çamur tüm gizemiyle. Yoğurdum tekrar onu o anki hislerimle, biriktirdiklerimle. Seramikle tanıştım orada. Tek başına gittiğim bir ülkede, hiç bilmediğim bir lisan ve tanımadığım ailenin yanında…

Eminim merhem olmuştur tüm benliğime…

Günler geçti ve 18 yaşında döndüm Türkiye’ye. Marmara Üniversitesi’nden mezun oldum.

16 yaşında karşılaştığım ve ‘‘Bir gün evlenirsem, bu odur’’ diye düşündüğüm kişiyle evlendim, 21 yaşında. Aynı sene 1986’da bir arkadaşımla birlikte kemer imalatına başlamıştık. Birçok firmanın kemer tasarımcısı olmuştuk.

25, 27 ve 33 yaşlarımda, aşk çocuklarım katıldı hayatıma. Bu dönemde seramik eğitimleri alıyordum.

Bu sefer ‘SIR’ diye bir şey çıktı karşıma, sırlama…

Renkler o beni delicesine etkileyen mavi ve yeşilin tonları… Müfide Çalık’ın kobaltı…

Artık sadece yoğurmak değil, sırlamak da girmişti hayatıma.

Tüm sırlarıyla, bitmez tükenmez heyecanıyla…

1994’te başlayan ve 2000 senesine kadar devam eden bir marka kurduk arkadaşımla: Scorpio Aks. Birçok ünlü markaya aksesuarlar tasarlamaya başlamıştık. Seramikle başlayan bu süreç, farklı materyallerle devam etti.

Altı senenin sonlarına geldiğimde, çamurdan aslında ne kadar uzaklaştığımı fark ettim. Bu sanki özümden bir uzaklaşmaydı.

30’lu yaşlarım spiritüel yolculuğumun, sorgulamalarımın başladığı yıllardı. İş hayatımın beni artık mutlu etmediğini, seramiği çok özlediğimi fark ediyordum. Tekrardan seramik dersleri almaya başladım.

Kendimi 2000 Aralık ayında Mevlana’da buldum. Orada hissettiklerim ve aldığım kararlarla çamura tekrar dönecek ve atölyemde çocuklara sanat eğitimi verecektim. Bir, iki çocukla başlayan hikayem uzun yıllar boyunca hem atölyemde hem de çeşitli okullarda devam etti. Çocuklarla İstanbul’un en güzel müzelerinde sergiler gerçekleştirdik.

Ardından bir dileğin ardından kendime yeni bir atölye açtım.

Kendim için kiraladığımı zannettiğim yerde her yaş ve kimlikten yüzlerce kişiyi çamurla buluşturdum. Çamurun gizemli şifalı büyüsüyle… ‘‘Öğretirken, öğrenirsin’’ derler. Elimden geldiğince çamurla aşkı ve çamuru yoğurdukça aslında kendimizi yoğurduğumuzu anlattım… Çamurun şifasına, dönüştürücü gücüne tanık oldum herkesle birlikte.

Annemin hastalanmasıyla birlikte, uzun aylar hastane koridorlarında geçirdik günlerimizi. Annemi kaybettiğimde, bu sefer çamur şifasını benim üzerimde uygulamaya karar vermişti. Bir minik hayat ağacıyla başlayan süreç, bir senenin sonunda koskoca bir ağaç oldu. Annemin anısına Ortaköy Sinagogunun duvarına yerleşti… Artık duvarlara seramik çalışmaları yapmaya başlamıştım. Annemin anısıyla başlayan çalışmalarım, birçok hastane, fabrika ve evlerin duvarına taşındı ve umut oldu belki birilerine…

2016 yılında geçirdiğim bir rahatsızlıkla birlikte aylarca atölyeme gidemedim. ‘Durma ve iç hesaplaşma’ dönemiydi benim için. Kendimi o süreçte sonunda bir ışık olan karanlık bir tünelde hissediyordum; bazı şeyleri fark ettikçe adım attığım, adım attıkça da ışığa yaklaştığım… Ailem, dostlarım ve çamurum hep benimleydiler. Sonrasında atölyemi evime; yakınıma taşıdım ve üretmeye burada devam ettim.

2020 şubat ayında, yeni bir atölyede, yeni bir koleksiyona başlamıştım. Pandemide bizi nasıl bir sürecin beklediğini henüz bilmiyorduk.

Mart başında kızımın hamile olduğu haberini almış ve ertesi gün ülke olarak evlere kapanmıştık. İşte o zaman zorlukları ve korkularıyla başladı her türlü belirsiz zamanlar…

Yaşanılan her bir eşiği sembolize eden 35 lamba içimde karanlıktan ışığa doğru bir yolculuktu sanki… Ailece kenetlenip, birlikte yaşadığımız paylaştığımız ve her bir anımızı simgeleyen aydınlatmalar…

Çok özel tekniklerle tasarlanıp yaratılan her bir lamba eşsiz, doğal halleriyle… Tam da oldukları gibi yansıyorlardı


Onlar küre

Onlar iç dünyamız

Onlar sessiz kelimeler

Onlar tohum

Onlar umut

Onlar topraktan ışığa evrilenler, göç edenler, yolcular…

Onlar hamdılar, piştiler, yandılar… Işıkla buluştular.

Onlar Ma ve Ra’nın buluştuğu anlar…


Haz da…

Haz la…

 

Sevgiler,

MaRa

Up